“Hünkârım, canınızı kurtarırsanız yine ordular toparlayıp nice zaferler kazanabilirsiniz, şimdilik çekilelim” demesi üzerine, Yıldırım Han´ın:
“Biz sultanoğlu sultanız, bir zaman cenk meydanından kaçtı dedirtmeyiz,” deyişine ve son olarak namının hakkını vererek tek başına yıldırım gibi Timur ordusunun merkezine inip maalesef esir düşüşüne şâhit oluyorsunuz.
Bu târihi atmosfer, mezarlıkta karşılaşılan peri meşrepli bir kız ve bu kızın kaybolmasıyla şizofren hastası olduğunu sanmaya başlayan bir yazarın etrâfında örgüleniyor. Kayıp kızın güzelliğinde ve nezih hallerinde gidiliyor bir eski zamâna. Aşk-ı Kabristan´da, kızın ortadan kaybolmasıyla romanın içinde yazılıyor. Romanın içinde roman yazılıyor yâni. 21. Yüzyıl realitelerinin ulvî bir ruhta nasıl değersizleştiğini, anlamsızlaştığını görüyor, hakîkatlerin önüne konulmuş koca paravanların, sahte dekorların bir anda yıkılışına şâhit oluyorsunuz. Bir mezarın başına bırakılan hüzünlü mektuplar kitabın en güzel bölümlerinden. Çam ağaçları, cır cır böcekleri, ışık huzmeleri arasında Aşk-ı Kabristan´da adımlıyorsunuz âdetâ. Bir yuvanın hangi temeller üzerine kurulduğunda ebedî bir saadetin yakalanabileceği de karekterler üzerinde yaşatılarak işlenmiş. Gençliğin med-cezir halleri ve ihtiyarlığın dingin demleri yoğun duygularla aktarılmış. Ana karakterlerin vefat anları ve birbirlerine olan bağlılıkları oldukça dokunaklı. Ebedî bir buluşma için dünyâ da ayrılmaları gerektiğinin son derece bilincinde oldukları halde bu kolay olmuyor onlar için. Kadının ve erkeğin yalnızlık halleri etkili bir anlatımla işlenmiş sayfalara. Aşk-ı Kabristan ilk satırda içine alıyor okuyucuyu tâ ki son satıra kadar. Umut kozak, satırlarında bolca his buhranlarına ve melankoliye yer vermiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder