13 Kasım 2016

Malta'da Bir Ay

Osmanlı'nın kuşatıp ele geçiremediği, Sicilya'nın hemen güneyindeki küçük ada devleti Malta'yı anlatacağım bu yazımda. Üç büyük ve iki küçük adadan oluşan Malta'da, eğitim maksadıyla dört hafta süre kadar kaldım.

Kış ayları her ne kadar yumuşak geçip; kar, don ve sis bilmese de, ne sıcaktan ne soğuktan haz etmeyen bir insan olarak geçiş dönemi olan ekim ayını tercih ettim.

Hep duyduğum "ada insanının rahatlığı" deyişinin ne manaya geldiğini uçaktan inip gümrük sırasında iki saate yakın bekleyince hemen anladım. İkinci teşhisim ise; konuştukları dil üzerine oldu. Vurguları Arapçaya benzeyen yerel bir dilleri var. İngilizce yaygın kullanılıyor.

Kalacağım daire St. Julians'de. Havalimanından ulaşım yaklaşık otuz dakika sürdü. 1,5 euro ya alacağınız günlük bilet ile Malta'da her yere halk otobüsleri ile rahatça ulaşabilirsiniz.

Evime yerleştikten hemen sonra edindiğim harita ile yaptığım kısa bir mesai sonrasında keşfetmek için çokta fazla seçeneğimin olmadığım, görülecek yerleri bir sıraya dizerek bir aylık zamana yaymam gerektiğine karar verdim.

Dil eğitimi için geldiğim Malta’nın gelirinin %97 sini turizm oluşturuyor. Ülkede elliden fazla dil okulu bulunmakta.

Günün ilk keşfini bir ay boyunca gideceğim okula doğru yapmaya karar verdim. Yaklaşık on beş dakikalık muhteşem manzaraya sahip sahil boyunca yürürken, sağlık bilincinin ne kadar yüksek bir yerde olduğumu hemen anlıyorum. Daha sonraları da bu düşüncemi pekiştirdim. Günün her saati her yaştan insanı koşarken görüyorsunuz. Sanki az ilerden bir parkuru koşmak için start verilmiş gibi...

St. Julians bölgesi; deniz kenarında, dev kayaların üzerinden denize girilebilen, canlı, yaşamak için son derece keyifli bir bölge. Okulların bulunduğu Paceville bölgesi ise gündüzleri normal hayatın devam ettiği, geceleri ise kimlik değiştirip sabaha kadar eğlencenin sürüp gittiği adanın kalbi halini alıveriyor.

Malta bana ben Malta'ya kısa sürede alıştık. Tek alışamadığım ise sokaklarda görebildiğim başıboş hayvanlar...

Keşif planlamamın ilk durağı Valetta oldu. Valetta şehri ismini; şövalyelerin büyük ustası diye anılan Jean Parisot De La Valetta'dan almış. 1530 da Malta'ya yerleşen şövalyeler 1565 de Osmanlı'nın dört aylık kuşatmasına karşı koyarak Sicilya'dan gelen yardımla galip gelmişlerdir. Malta bu sebeple şövalyeleri ile anılır.

Halkı Katolik olan Malta'da göz alıcı bir çok katedral ve kilise bulunmaktadır. Valetta bir yarım ada görüntüsünde olup ülkenin başkentidir. Muazzam tarihi dokuya sahip sokakları, surları arasında dolaşırken, o rengârenk ahşap kapılar, sizi başka zamana taşıyıveriyor. Sokak aralarında ki müzisyenler gittiğiniz zamanı pekiştiriyor. Surlar boyunca yürürken önünüze soluklanmanız için çıkıveren bahçeler, seyir teraslan ile fotoğraf çekmek için gerekli tüm detayları hazırlıyor.

Parke taşlı yollarda yürürken asansörle deniz tarafına (water front' denilen bölge) inerseniz; soluklanıp bir şeyler yiyip, Valetta şaraplarının tadına bakmak için gayet uygun bir yer. Water front'dan bahsederken Valetta'nın büyük limanıyla dünya denizciliğinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmemek olmaz.

Tarih boyunca bir çok işgale uğramış ve Malta'da ilk görülmesi gereken yerlerden biri oluvermiş.

Malta'da dolaşırken hiç evsizlere rastlamıyorsunuz. Ekonomik sıkıntı çekmeyen, AB üyesi ülke, nüfusun yoğun olmaması nedeniyle refah düzeyi hayli iyi.

Valetta meydanda (halk) otobüs istasyonu bulunmakta. Buradan istenilen her yere ulaşım mümkün.

Hava yürümek için hep güzeldi, eğer vaktimde varsa yürümeyi tercih ettim yakın mesafelerde.

Sahil taraflarında Valetta'dan eve dönüş yolunda Sliema var. Yol boyunca irili ufaklı lüks tekneler eşlik eder. Sliema mağazaların, cafe, restaurantların çokça olduğu her aradığınızı bulabileceğiniz gelişmiş bölgelerden birisi.

237 kilometre karelik Malta'nın 137 kilometre karelik uzunluğunda eşsiz güzellikte kumsalları , koyları, limanları dışında iç kesimlerde görülmeye değer en önemli şey ise Mdina. Yani; sessiz şehir olarak anılan Malta'nın bir dönem kalbinin attığı yer diyebiliriz.

Yüksek bir kapıdan girdiğiniz şehrin dar sokaklarında dolaşırken sadece faytonlardan gelen nal sesleri size eşlik ediyor. Çünkü bu bölgeye motorlu taşıtların girmesi yasak. Tipik bir ortaçağ şehri olan Mdina, Malta'ya St. Jean şövalyeleri gelinceye kadar başkentlik yapmış.

Malta'da hiç dağ yada akarsu yok ve adanın en yüksek tepesi Mdina 'nın kurulduğu bölgedir. 18.yy da tüm şehir yenilenmesine rağmen karakteristik özelliğini kaybetmemiş. Mdina'nın surlarından adanın neredeyse yarısının panoramik manzarasını görmeniz mümkün.

Burada 'Malta Experience' adlı sinevizyonu izleyerek Malta'nın tarih boyu atlattığı badirelere tanıklık edebilirsiniz.

Dar sokaklarında dolaşırken bazı cam mağazalarında cam bibloların yapımını izleyebilirsiniz. Benedict manastın, doğa, zindan müzesi ve Mdina Katedral'i de yine yolunuzun üzerinde.

Mdina'mn karşısında ki bölge ise Rabat diye anılıyor. Yine sokak aralarında dolaşarak inanılmaz güzellikteki mimariye şahitlik edebilirsiniz.

Mdina dönüşünde Mosta Meydanı, sevimli görüntüsü ile ilgimi çekmeyi başaran bir yer. Meydanda 18.yy da yapılmış bir de kilise var.

'Malta'da gitmekten keyif aldığın yer neresiydi?' diye bir soru gelse, hiç düşünmeden tek kelime ile Marsaxlokk derim. Kaç defa gittiğimi inanın hatırlamıyorum. Valetta'dan yaklaşık 40 dakikalık bir otobüs yolculuğundan sonra Malta'nın güney sahilinde ki bu küçük, sevimli, samimi, balıkçı köyüne ulaşıyorsunuz. Burada görmekten en keyif aldığım şey ise; Malta ile özdeşleşen orijinal adı ile Luzzu'lar. Rengârenk boyanmış ve üzerlerinde kötü talihten koruduğuna inanılan göz resimleri ile süslenmiş balıkçı kayıkları. Pazar günleri öğleden önceleri deniz kenarında pazar kurulur. İğneden ipliğe her şey vardır bu pazarlarda. Balık restaurantlan ile bilinir. Burası ufacık bir koydur ama bence en renkli ve fotoğraf çekimi için uygun olan yerdir.

Nesümin çok iyi bildiği Temel Reis çizgi filminin yaklaşık 20 yıl önce Malta'da filmi yapılmıştı. Çekimler bittikten sonra set kaldırılmamış, hatta çocukların keyif alabileceği bazı oyun alanları, animasyon ekipleri, restaurant ve mini sinema salonu ile gayet keyifli de bir yer haline getirilmiş. Orijinal adı ile Popeye Village küçük büyük herkese hitap eden bir yer.

68 kilometre karelik Gozo adası için tam bir gün ayrılmalı. Yaklaşık 20 dakikalık bir feribot yolculuğu ile Gozo'ya oradan Comino'ya geçmeniz mümkün. Gozo'da gezi veya halk otobüsleri ile tüm adayı keşfetmeniz mümkün.

Araştırmacılar burada bulunan Ggantija Tapınaklarının yeryüzünün en eski ayakta durabilen abideleri olarak nitelendiriyorlar. Restorasyon çalışmaları nedeni ile geçici olarak kapalıydı ve maalesef görüp fotoğraflayamadım. Kayalardan oyulmuş odalar, labirent geçişleri türünün tek yer altı tapınağıymış.

Gozo denilince akla gelen esas yer ise; Azure Window. Kayanın yapısı; deniz ve rüzgârla form değiştirerek adeta dünyaya açılan bir pencere görünümü oluşturan yapı hayli ilgi çekici.

Turquaz renkli berrak sulan ve plajlan ile bu üç adanın en küçüğü olan ve yerleşimin olmadığı 2 kilometre karelik Comino Adası yüzmek güneşlenmek için birebir.

Çok fazla alternatifin olmadığı Malta'da Maltalılar turistik alternatifi ve eğlenceyi kendileri yaratıyorlar. Her hafta bir bölge bir festivale ev sahipliği yapıyor. Kimi zaman eski otomobillerin tanıtıldığı ve hız tutkunlarına hitap eden bir yarış, kimi zaman bir çikolata ya da mum festivali sizi karşılıyor.

Benim için dünyanın her yeri gidilip görülmeye ve keşfedilmeye değer. Her yazımın sonunda olduğu gibi buraya da mutlaka gidip keşfedin derim. Benim sindire sindire yaptığım bu seyahate sizin 3 ya da 4 gün ayırmanız yeterli olacaktır. Bir sonraki gezi yazısında buluşmak üzere. Heyecanlı kalın…

Işıl Karaçor AKINCI
Mevsimler Dergisi'nden Alınmıştır.
www.mevsimler.org

1 yorum: