“Yeryüzünde evrenin seyredilebileceği noktayı bilseydim oraya koşar,
toprağa bir kazık çakar, ona asılır, düşerken dünyayı da peşime katarak kendimi
boşluğa atardım. Doğayla mücadele ederek var olan insanın, modern bir birey
olarak kentte bu mücadelesini topluma yöneltirdim.” diyen modern şiirin
öncülerinden “Barış Erdoğan”’ın yüz yirmi iki şiirinin toplandığı üçüncü kitabı
“Simurgname”, Mühür Kitaplığı'ndan Nisan 2013 de çıktı. İlk kitabına “Kuş
Kıyamet” diyen şair; “Simurgname” ile ömrün tekrarını, mitlerde anlatıldığı
gibi, yanarak, küllerinden doğarak yeniden ilan etti.. Şiirleri; Feridüddin
Attar’dan, Mevlana’ya, Yunus Emre’ye, Cemal Süreye’ya uzanmış elden ele,
zamandan zamana dolaşmış, nerede bir insan görmüşse, sırlarını ona açmış simurg
kuşları… Küllerinden doğarak yanmış “insan simurg”ların hüzünlü öyküsü. “…madımak’ta gül
yakmak zor, gönül yakmak daha zor / kanatlanmış güvercindir her alev oy, göveren
candır oy…” Şiirlerinde bireysel
özgürlükler için verdiği mücadele, toplumsal mücadelenin en önemli cephesini
oluşturmaya devam eder. Günlük hayatın içinden seçip aldığı kirli gerçekleri
unutulmaz bir biçemle zihnimize kazır, okura göstermek istediği derindeki büyük
sancıdır. Dilini, bir cila gibi anlatıyı etkili, görünür kılmak için kullanır.”…ah sen ne gönülsün ki sığdıramam gül
bahçelerine /ah sen ne gülsün ki
sığdıramam gönül bahçelerine…” Bireyselleşme, toplumsallaşma gibi temel ve
dinamik bir süreçtir, bireyselleşme, öncelikle insana soru sormaktır,
alışkanlıkların ve görülebilenin dışına olan bir yöneliştir bu. “…biz neyi özledik dersiniz dostlar, biz neyi
özlemedik / biz aslında sizi özledik, biz bir şeyi özledik / biz aslında insanı
özledik / biz insanı özledik / insanı özledik / insanı / ah, şimdi yoklar…”
Barış Erdoğan’ın şiirlerinde tıpkı
hayran olduğumuz ünlü sinema yıldızlarının çektikleri filmlerin ve hayatlarının
kenarda kalmış ayrıntılarıyla kendi hayatımız arasındaki rastlantıları ve
kesişmeleri yakalarız, şiirlerindeki sinemayı gerçek sinemalar gibi izleriz. Emprestyonistler gibi çevresindeki varlıkları değil,
bunların kendisinde bıraktığı izlenimleri aktarır. Dış dünya ile ilgili
gözlemlerini, olduğu gibi tüm ayrıntılarıyla anlatmaz onda kalanlardır
anlattıkları. Sembolistler gibi duyumlar arasındaki iletişim ağını,
sembollerle, sözcükler ve imgelerle kurarak anlatır, böylelikle ruhsal gerçeğe
ulaşır. Çünkü şairin anlattıkları dış dünya değil, bu dünyanın hayalleriyle
bezenmiş “insan” izlenimlerimdir. Bireyin toplumdan kopuşunun asıl
nedeni, özgürlük istemelerinin yanı sıra, birey olma mücadelelerinin
başarısızlığıdır. Bu başarısızlığı, bireyin içinde yaşadığı toplumun geleneksel
bir yapıdan sıyrılan ve modern bir yapıya geçmekte olan bir toplum olmasında
aramakta yanlış olmaz diyendir. “…annem
kızılderili desem değil afrika’da yerli
/ azteklerde tanrılara kurban edilmiş / dersiniz maya, dersiniz çöl
güzeli annem pirayeli / babam habeşi, renginden tanıdım hakiki / adı hem var hem yok / dersiniz gönül kölesi, dersiniz gönül
kabesi / babam harbiyeli / kadınım kilim
dokuyan yörük, renklere serpilmiş / bir
içim su çeşme çeşme / dersiniz alaska’da
buz, dersiniz himalaya’da kar / kadınım şemsiyeli / kendimi saklayıp dururum,
çalıya dolanmış güvercin / kanat kanat
yolunmuş / dersiniz seken keklik,
dersiniz kınalı turaç / kendim neyim ne değilim, kendimi bilmeyeli…”
Şair, “1956 yılında Anamur’da
doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Anamur’da; üniversite öğrenimini İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde tamamladı. İlk şiir çalışmalarını, Sanatta
Kalem’de yayımladı. Milliyet Sanat’ın genç şairlere çağrısına “Özgeçmiş”
şiiriyle cevap verdi.İlk şiir kitabı Kuş Kıyamet’i 2011’de, ikincisi Şiir
Cin/ayetleri’ni 2012’de yayımladı. Bu günlerde kentleşme projesiyle yeniden
yapılandırılan yıkıntıların şehri İstanbul, şairin ruhunda da bir deprem etkisi
yaratmıştır, bu etki mekânı algılayışındaki somut yıkımla verilir…“içinden nehir geçmeyen kentler ağzından
zehir akanlardır / denize komşu kent, eteğini havalandıran marilyn monroe’dur /
sırtını dağa vermiş kentlerse zengin kocaya varmış dul / benim kentlerim az biraz tarih kokan
izmir’dir / ama benim kentim tepeden tırnağa aşk kokan istanbul’dur.” Yıkıntıların
hüznü diyebileceği bir şiirsel ve seçmeci bakışla bakar kente. İstanbul’un
hayatına bakarken, kendi hayatı da geçmişin güzelliğiyle eskimiş ve
yıpranmıştır. “… ben bana aşkı yaşatan şehirleri
severim azar azar …/…/. ama benim kentim tepeden tırnağa
aşk kokan istanbul’dur…” Onun
şiirlerini okurken Ara Güler’in siyah-beyaz resimleri bir bir geçer gözümüzün
önünden. “şu ara güler’den arakladığım
istanbul fotoğraflarında da yoksan / bütün kentlere yağmur yağıyordur /
ayaklanmış korsan…”
Bilgi kadar kayıp duygusunun verdiği hüznü yazar. Bu hüznü hissetmek için
bakışlarını yalnız İstanbul’un geçmişine değil bugününe de çevirir. Bugünün
İstanbul’unda yıkıntılar içerisinde yaşayan bir geçmişi gösterir..
“Simurgname” simurgdan bu yana tüm
mitolojideki, “Sisyphos” ve “Prometheus” gibi cesur serüvencilerin de
yolculuğuna uğurlanmış, gizlenmiş “insan” durumunda. Şiirler, Dante’nin “ İlahi
Komedya’sındaki yolculuk gibi bir yaşam öyküsüdür. İnsanın değişime uğrayarak
olgunlaşarak “üstün insan”, “ehli kâmil” olması kitabın belkemiğini oluşturur. İyi okumalar sevgili blog okuyucuları.
Nezihe Altuğ
Nezihe Altuğ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder