08 Mayıs 2013

YALNIZLIĞA DAİR

“Yalnızlık nedir, en iyi ben bilirim.” diyorsun değil mi? Evet doğrudur bir ihtimal. Yalnızlığın ne olduğunu öğretiyor hayat hepimize. Öyle ya da böyle…

“Yalnızlık nedir?” demişken; sahiden yalnızlık nedir? Üstad Necip Fazıl gibi “Sokakta, kimsesiz bir sokak ortasında; ardına bakmadan yürümek” midir? Belki… Yoksa Nazım Hikmet gibi Rusya’nın huzurlu günlerinde “Yedi tepeli şehrinde bıraktığı gonca gülün” özlemi midir? Şiirler ne kadar çok yalnızlık kokuyor değil mi? Ancak her ikisi de o dönemlerde yalnız değillerdi. Her ikisinin de yanında birçok arkadaşları hatta arkadaştan da öte sevenleri vardı. Ama yalnızlık sadece öyle dışarıdan göründüğü kadar sığ anlamlı bir kelime değildir. Eğer öyle olsa bu şiirleri yazacak gönülleri olan bu insanlar hiç yaşamazlardı bu yalnızlık illetini değil mi?

Yalnız değillerdi; arkadaşları, eşleri, dostları vardı yanlarında. Ama onların gözlerine görünecek kadar büyük değildi, arkadaşlarının ilgisi… Aslında onlar yalnızlık duygusuyla baş başa kaldıkları dönemlerde belki de gözleri ne arkadaşı ne de sevdiklerini görüyordu.

Hatta biliyor musun, belli bir döneme kadar Necip Fazıl’ın ilgisini çekmeye hiçbir şeyin gücü yetmemiş. Ne Fransa’ya gittiği dönemlerde ne de oradan tekrar ülkesine döndüğü dönemde… Fransa’da bir berduş gibi gece, gündüz bilmeden yaşamış yalnız bir şekilde bed-baht şekilde kendisini harcamış neredeyse. Sonra arkadaşları onu “Böyle olmaz.” diyerek ülkesine göndermişler. Ama İstanbul’da da hiçbir şey onun ilgisini çekmiyormuş, yine aynı bed-baht, gece-gündüz bilmeyen insan…  Ancak bir gün onu da bu dünyaya bağlayan bu dünya da onun da bir amacının olduğunu hatırlatan bir insan çıkmış. Hayata gelen herkesin bir amacının olduğunu, öyle hiç kimsenin boşu boşuna gönderilmediğini öğrenmişti. Herkes hayata boşu boşuna gelmiş olsaydı, bu dünyanın zorlukları arasında yaşamaya uğraşmanın ne anlamı oldurdu ki?

“Nereden nereye geldik? Yalnızlıktan bahsediyorduk şimdi ise yaşamanın anlamı diyorsun.” diyeceksiniz şimdi. Evet, öyle görünüyor ama öyle değil. Neydi, üstad yaşamanın anlamını fark etmeden önce yalnız olduğunu düşünüyordu. Peki, yaşamanın değerini öğrendiğinde ne oldu? Önceleri kendisinden uzaklaştırdığı birçok kişiyle artık dost oluyordu. Hatta kendisi gibi bir zamanlar yalnız olduğunu düşünen ama “Üstad”larının eserleriyle yalnız olmadıklarını öğrenen binlerce dost…

İşte biz de tıpkı onlar gibiyiz. Şimdilerde yalnızız sanıyoruz belki, fakat yalnız değiliz. Amaçlarımız var, inandığımız değerler var. İşte bu değerler ve amaçların farkında olduğumuz müddetçe yalnız değiliz. Ancak o farkındalık olduğu sürece şen, hayata daima gülümseyen insanlar oluruz. Bir şair mahkemelerde yargılanıyor olsa da bu inanç ve amaçlar onun o tahtalar ardında bile mutlu ve huzurlu olmasını sağlar. Bir çocuk anne ve babasının arası bozukken bile onları yeniden mutlu şekilde görebileceğine inandığı sürece mutlu olabilir.

Yoksa… Yalnızlık ve yalnızlığa dair her şey…

Yani anlayacağın kardeşim, yalnızlık; yalın, saf içi boş, hatta bomboş olmak demektir. Eğer ki biz ne zaman bu hayatın içini doldurur ona bir anlam ve amaç yüklersek, işte o zaman bu berbat duygudan kurtulur ve gerçek dostu buluruz.

Nagehan Ceviz

3 yorum:

  1. Kesinlikle katılıyorum. Yalnızlık etrafındaki insanlardan ziyade içindeki şeylerle alakalıdır.

    YanıtlaSil
  2. Güzel bir yazı tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  3. "Yani anlayacağın kardeşim, yalnızlık; yalın, saf içi boş, hatta bomboş olmak demektir. Eğer ki biz ne zaman bu hayatın içini doldurur ona bir anlam ve amaç yüklersek, işte o zaman bu berbat duygudan kurtulur ve gerçek dostu buluruz."

    Bu cümle herşeyi anlatmış, elinize yüreğinize sağlık...

    YanıtlaSil