23 Aralık 2013

Kitap Okumak

Geçmiş asırlardan günümüze bir göz attığımızda, insanlar içinde en ileri olan, insanlara yön veren, doğru yolu gösteren insanların, hep okumuş alim insanlar olduğunu görürüz.

Peygamberimize gelen ilk emrin “oku” olduğunu hepimiz biliyoruz. Ayrıca “İlim Çin’de de olsa gidip alınız” hadisinin yanında, Yavuz Sultan Selim’in İran seferinde bir alimin atından sıçrayan çamurun … gibi meseleler ilme ve kitap okumaya ne kadar değer verilmesi gerektiğini aşikar bir şekilde bizlere gösterir.

Yurt dışına giden bir arkadaşım gittiği ülkede en çok kendi dikkatini çeken şeyin her yerde kitap okuyan insanlar olduğunu söyledi. İleri seviyede olan bu ülkenin insanlarının arabada, durakta, parkta, toplu taşıma araçlarında, hemen hemen her yerde sürekli kitap okuduklarını belirtti. Bu tip ülkelerin gelişmişlik ve medenilik seviyelerine baktığımızda, bizden oldukça üst seviyede olduğunu görürüz. Bunun temelinde de tek bir neden yatmaktadır: O da kitap okumak, kitap okumak, kitap okumak…

“Hocam, onlar 10 saat okur, sonra anlar. Biz bir bakarız, bir seyrederiz, hemen anlarız.” diyerek kendimizi aldatmaya gerek yok. Durum ortada. Neyi ne kadar biliyoruz. Bir soru sorulduğunda hemen Kelle-i Şerif’ten cevap veririz. Çünkü biz çok iyi biliyoruz! Bilmemiz gereken bir meseleyi bile kendimiz açıp öğrenmek yerine bilen birine sormayı adet edinmişiz. Bir kitabı açıp, bu konuyu nasıl izah ediyor diye baktığımız yok. Hazıra alışmışız. Akşam eve gel. Yemeğini ye. Ayaklarını kanepeye uzat. Seyretmeye başla. Yat, sabah kalk, işe git. İş yerinde aç. İzle izle günü bitir. Akşam yine aynı, diğer gün aynı değil ama; aynısından çok az bir farklı. İki günü birbirine eşit demeye gerek yok. Bir soru sorulduğunda ise, bunu benden daha iyi bilen yok diye ahkam kesmeye başlarız. Kitap oku denildiğinde ise, vaktim yok demeye de hazırız. Çünkü o kadar işim var ki, hiçbir iş yapmadığım gibi, hiçbir iş yapmaya da vaktim yok. Acaba birkaç sayfa kitap okumak ne kadar zamanımızı alır. Hele bir kitabı açıp okuyacağım demek, başıma tokmak ile vurmaktan daha zordur. Oysa ise insan bir arzu etse, yapamayacağı iş, başaramayacağı bir mesele yoktur. İşte en güzel örneği geçmiş asırlar ve geçmiş asırlardaki ecdadımız. Fatih Sultan Mehmet’in kaç dil bildiğini sormaya gerek yok. Hayatındaki muvaffakiyetlerini çok iyi biliyoruz. Bazı alimlerin, ilim ile uğraşırken uykularının gelmemesi için gösterdikleri gayretleri az-çok duymuşuzdur. Medreseler de ilim tahsili için 15 yıla yakın ilim görüldüğü bellidir. Bu bize geçmiştekilerin okumaya ne kadar önem verdiklerini anlatmak için yeterlidir. Yeter ki okumak isteyelim, bütün kapalı kapılar bizlere açılır. Okuyalım ki başarımız artsın, hedeflerimiz yükselsin, ülkemiz yücelsin.

Yılmaz Havvatoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder