23 Kasım 2016

Kadınlar

Kim ne derse desin kadınlara sonsuz saygım, sevgim var. Çocuk doğuran, bakıp büyüten, aş pişiren, bir evi çekip çeviren onlar değil midir? Onca yükün altında ezilmişlikleri yetmezmiş gibi bir de küçük görülüp ötelenmeleri yok mu? Tüm bunlara karşın yıllarca direnmişler. Ezikte olsa yürekleri, o suskunluğun içinde yine de gülümsemişler yüzümüze. Ekmeğini yediğimiz, sularını içtiğimiz kadınları nasıl farklı görebilirim ki? Erkekleri de doğuran büyüten onlar değil midir? Kurtuluş savaşını bir anımsayacak olursanız, orada da kadınları görürsünüz. Sırtlarında erzak ve top mermileriyle cepheden cepheye koşan kadınlarımızı.. .Ve hangi düşüncede yokturlar ki? Halk ve divan edebiyatımız sevgililerin övgüleriyle doludur hep.

-Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber...

-O kadar inceydiler, dokunsan dağılıvereceklerdi sanki...

-Elma yanaklı, kiraz dudaklı, ahu bakışlı, servi şahnişli, keman kaşlı...

Bazı yazarlarda ise konu çoğunlukla kadın üzerinedir. "Kadınlar olmasaydı, şiirlerim öksüz kalırdı" diyor Cemal Süreyya.

Kadını erkeğin tutsağı gibi gören, onu insan bile saymayan toplumlar uygarlık alanında geri kalmış toplumlardır. Uygarlık alanında başarı kazanmış ileri uluslar kadına en çok önem veren onların değerlerini gereğince tanıyan toplumlardır. İşgücü, toplumların gelişmesini, büyümesini etkileyen önemli etkenlerden biri olduğuna göre, kadının işgücü birikimindeki önemi de bellidir. Gelişme zorluğu çeken bir ülkede kadın mutlaka yararlı bir konuma getirilmelidir. Kadınların yıllar yılı dış dünyaya kapalı tutulduğu ülkelerde kadın ikinci sınıf bir vatandaş olarak görülmüş ve ezilmiştir. Bu haksızlık karşısında sesini çıkaramayan, çıkarsa da bir şey elde edemeyen kadınlar çağların ışıklanması ile biraz olsun hak elde etmeye başlamışlardır. Fakat tüm bunların ardından bu kez yeni sorunlar ortaya çıkmış, kadınların sorunları yine ağlayan bir köşe olarak kalmayı sürdürmüştür.

Kadının çalışma yaşamında olmaması çağdaş düşünceye de ters düşen bir konudur. Kadın ne denli çalışma içinde olursa, kendine güveni de o denli artar. Bu güven toplumsal güveni de güçlendirir. Ortaya çok daha başarılı ve mutlu bir yapı böylece çıkar. Bilinmelidir ki kadınsız bir uygarlık, bir yanı aydınlanmayan bir salon gibidir. Kadın bir mal değildir. Çalışma eşitliği bu durumun ortadan kalkmasını sağlamıştır.

Kadınlarımız dedik, sahiplenmeye çalıştık. Uzunca uğraşlardan sonra ne yazık ki geldiğimiz şu çağda bile tutuk düşünceler peşindeyiz çoğumuz.

"Deniz; kadın gibidir, hiç inanmak olmaz ha"...

"Bir kadına inanma, sana gerçeği söylese bile".

"Söz mü? Erkek sözü mü"?

"Erkekler de yalan söylerler elbet; ama kadınlar kadar değil".

Bu sözlerin bazıları toplum içinden, bazıları da yazarların sözcük dağarcığından. Bunlardan söz ediyorum, çünkü kendimize karşı düştüğümüz tersliği ortaya koymak istedim. Kadınlarımız derken acaba içtenlik taşıyor mu bu sıcaklığımız? Sen tut, kadınları yalan üreten bir canlı olarak gör, sonra da onu sahiplenmeye çalış. Olacak iş değil bu durum. Acaba kadınları yalan söylemeye iten durum nedir? Hiç düşündünüz mü? Düşünmek istemezsiniz elbet. Neden? Çünkü onları tüm bu yalanlara iten, zorlayan biz erkekleriz de ondan. Bugün, Rene Lobstein'in, "Kadın, bir tüccarın zenginliğini yerleştirebileceği en iyi vitrindir." Sözü eskisi kadar geçerli midir dersiniz? Carcinus ise, "Bir kadının kötülüğünden söz etmek de niye? Kadın olduğunu söylemek yetmez mi?" derken düşüncesi nasıl bir durum içindeydi acaba? Kadın düşmanlığının dayandığı birçok neden düşünülürse: aşk kırgınlığı, ihanet, iftira... gibi. Görüldüğü üzere bazı açıklıklar sorunu aydınlatırlar sanırım.

Kabul etmek gerekir ki, kadınlar erkeklerden daha duygusal bir yapı gösterirler. Hüzünler, acılar ve sevinçler kadınları erkeklerden daha derince etkilerler. Kadınların en zayıf yönleri de budur: duygusal zayıflık. Bir de olumlu yönü var bu durumun. Kadını ana kılan, sevgili kılan, üstün kılan da bu olumlu yanıdır bence. Burada Alexandre Dumas Fils'in bir sözünü de etmeden duramayacağım. "Bütün kadınlar beğenilmeyi çok isterler, kendilerine saygı gösterilmesine o kadar aldırış etmezler." Belki de bu yüzden bu kadar telaş içindeler. Göze çarpan renkler, boyanmalar, başkalarından ayrılma çabaları...

Kadınlara yapılan haksızlıkları yine birçok kadın yazarımız kaleme alıp savunmuşlardır. Onları bu yola iten kadın olmalarından değil, insan yanlarının başkaldırmasındandır. Bir insanı çökerten çoğu kez duygusal yanların ezikliğidir. İş yaşamına giremediği, ev ekonomisine bir katkı sağlayamadığı için kendisini erkekten geride gören kadının haklarını tanıyabilmesi için sorunlarını da iyi tanıması gerekir. Bu yöndeki bilinçlenme ancak bu düşünceyle ortaya çıkar. Anadolu'nun çorak toprakları üzerinde çalışan, güneşte kavrulan, elleri yarılan, ayakları çatlayan kadınlarımız temeli güçlü bir sahiplenmeyle çıkışlarını sürdürebilirler. Yeter ki direnmeleri sabırla sürsün bu yolda. Kadın şairlerimizden Gülten Akın bu direnmeyle ilgili görüşlerini şöyle dile getirir: "Kadınlığımı genel insanlık içinde bir yere oturttuktan sonra çıktım yola. Hayatımı gündelik süpürüp silmelerimin, çocuk giydirmelerimin karmaşasında inceledim. Yazarken kendimi değil, tüm kadınları yazıyor ve savunuyorum.

Yalçın YÜCEL
Mevsimler Dergisi'nden Alınmıştır.
www.mevsimler.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder