KİTABIN ADI Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği
KİTABIN YAZARI Ahmet Taner Kışlalı
YAYINEVİ VE ADRESİ İMGE KİTABEVİ
BASIM TARİHİ 1999
KİTABIN
YAYIM MAKSADI Yazar, Atatürk’e yönelik haksız eleştirilerin
yarattığı birikimle, güncel olaylara bilimsel bir yaklaşım getirerek
yazdığı yazılarını bu kitapta toplamıştır.
KİTABIN ÖZETİ :
Kitap
genel olarak dört bölümden oluşmaktadır. “Kemalizm Üzerine“ adlı
bölümde yazarın güncel yazıları ve incelemeleri yer almaktadır.
“Demokratik Sol-Sosyal Demokrasi Üzerine” adlı bölümde güncel olaylardan
yola çıkılarak yazılan yazılar, inceleme niteliği taşıyan yazılar ve
yazarın bilim ve siyaset adamları ile yaptığı tartışmalar yer
almaktadır. “Güneydoğu Sorunu Üzerine” bölümünde, farklı bakış açılarına
sahip kişilerle yapılan söyleşilere yer verilmiştir. “Kültür, Siyaset
ve Ordu Üzerine” başlıklı son bölümde ise güncel olaylardan yola çıkan
yazılar bulunuyor.
1. KEMALİZM ÜZERİNE
Bu bölümde yazar
Kemalizm üzerine çeşitli gazetelerde yazdığı köşe yazılarını
derlemiştir. Bu köşe yazıları genellikle Kemalizme karşı olan grupların
yada kişilerin fikirlerine ve eylemlerine cevap verir niteliktedir.
Bölümün sonunda ise yazar, köşe yazılarından sonra iki incelemesine yer
vermiştir, bunlar “Atatürk’ün Kültür Siyaseti” ve “Kemalist İdeoloji”.
Birinci bölümde verilen köşe yazılarından bazıları:
M. Kemal’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği : Aziz Nesin, yıllar önceki bir konuşmamızda şöyle demişti:
- Geçmişte Atatürk’ü eleştirmiş olmaktan dolayı şimdi utanıyorum. Her geçen gün gözümde küçüleceğine, tersine daha da büyüyor.”
Eğer
Türkiye’de bir din devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal’e
saldırmanız elbetteki tutarlıdır. Mustafa Kemal’i bilimsel olarak
değerlendirmenin yöntemi açık: Hangi koşullardaydı? Ne yapmak istiyordu?
Ne yaptı? Sonuç ne oldu?
Bu ülkede Atatürk’ü yıkarak olumlu bir
şeyler yapabileceğini sananların, kendi küçük dünyaları içinde büyük bir
yanılgıyı yaşadıklarına inanıyorum.
CHP’nin İdeolojisi ve Kemalizm :
“Altı oku unutup, sıfırdan başlamadan CHP büyüyemez” diyenler var.
Kemalizmin altı oku gökten zembille inmedi. Laiklik, milliyetçilik ve
cumhuriyetçilik, Fransız Devrimi’nin etkisini taşıyordu; halkçılık,
devrimcilik ve devletçilik de Sosyal Devrim’in… Ama bu kavramlara
verilen içerikler esnekti, tartışılmaz kalıplar değildi. Türkiye’nin
koşullarının ürünüydü ve o koşullara bağlı olarak zamanla
değişebiliyordu.
CHP, 1980’de bıraktığı noktada kalırsa Kemalist olmaz; altı oku bırakırsa da CHP olmaz!
Kuşkusuz
ki Türkiye’de hiç kimse Kemalist olmak zorunda değildir. Ama CHP’de,
Kemalizme karşı olanları kendi içinde kabul etmek zorunda hiç değildir!…
Kadınsız
Demokrasi : Kadınların, yani toplumun yarısını oluşturan bireylerin
yaratıcı gücünü, toplumsal ve siyasal yaşamın dışında tutan bir toplum
çağdaşlaşabilir mi?
Mustafa Kemal, Türk kadınına çağdaş bir konum
kazandırma düşüncesini uygulamaya, hem de Kurtuluş Savaş’ının en
umutsuz günlerinde başlamıştır. Atatürk “kadın ve erkek” Türk insanına
verilecek eğitimin ilkelerinin saptanması amacıyla, ilk öğretmenler
kurultayını işte bu ortamda topladı!…
Eğer Atatürk olmasaydı,
Kemalizme bugün burun kıvıran, cumhuriyeti karalama sevdasına kapılan,
“referandumla devrim” yapılabileceğini sanan bazı büyük üstatlar acaba
ne ile uğraşıyor olacaktı?
Devlet Hayranlığı Edebiyatı : Kemalizmi
“devlet hayranlığı”, çağdaş Kemalizm demek olan demokratik solculuğu
“çağdaşsızlık” , sınırsız bir özelleştirmeciliği ise “ilericilik” sayan
kalemler acaba “cehaletin cesareti” ile mi konuşuyorlar? Yoksa sık
yinelenen yalan, giderek kafalarda doğruya dönüşür umudu içindeler mi?
Atatürk’ten
27 Mayıs Anayasası’na, Türkiye’ye bağımsız ve demokratik kurum
anlayışını Kemalistler getirdiler. Halk evleri bile oldukça bağımsız ve
demokratik bir yapıya sahipti. Köy enstitüleri, bugünün yüksek öğretim
kurumlarında bile olmayan bir “katılımcı” ortam yaratmıştı. Özerkliğin
savunucuları, Kemalizm’i sürdüren demokratik solcu ve sosyal demokratlar
oldular. ”Ceberrut devlet” özlemi ile askeri yönetim dönemlerini
değerlendirmeye çalışanlar hep Kemalizm karşıtıydılar.
Bir siyasi
partinin başarısı, her şeyden önce toplumsal tabanı ile örgüt yapısı ve
ideolojisi arasında tutarlılık olmasına bağlıdır.
CHP’nin geleneksel tabanı “orta sınıf”’lardır. Kemalizm de öncelikle bu toplum kesimlerinin ideolojisidir.
Sadece bu tabana dayanmak bile Türkiye solunu bugünkü çıkmazından kurtarır. Siyasal dengeleri etkileyen bir konuma getirir.
Atatürk’ün
sağlığında yaptıklarının bekçiliği ile yetinmenin Kemalizm değil
“tutuculuk” olduğunu da unutmamak gerekir!… Kemalist olabilmek için
Atatürk’ün “izinde” değil, “yolunda” olmak gerektiğini bilmek gerekir!…
Atatürk
Üzerine “Cevherler”!… : Kültür bakanının baş danışmanı olmakla övünen
“Zat-ı Muhterem” gene kolları sıvamış… Kemalizm’in “sol” ile ilgisi
olmadığını; “militarist” bir ideoloji sayılması gerektiğini; ve de
“demokrasi” ile uzaktan yakından bağlantısı bulunmadığını kanıtlamak
için…
Solculuğun bütün dönemler ve bütün toplumlar için geçerli
iki “evrensel” ölçütü vardır. Toplumsal olanakları artırıcı atılımlardan
yana olmak bir… O artan olanaklardan toplumun daha geniş bir kesimini
yararlandırmaktan, yani daha hakça bir paylaşımdan yana olmak iki… Bu
hedeflere yönelik bütüncül-yapısal dönüşümleri gerçekleştirmek ise ,
devrimciliktir…
Kemalizm sadece “yeni insan”’ı yaratmadı; aynı zamanda “başdöndürücü” bir sanayileşme sürecini de başlattı.
Demek ki Mustafa Kemal “militarist” bir ideolojinin kurucusu , öyle mi?
Hani
şu, İttihat Terakki’nin 1909’daki ünlü Selanik Kongresi’nde “ Ya
üniformanızı bırakın, ya siyaseti” diye haykıran Mustafa Kemal…
Ve
gelelim Kemalizmde “demokrasi” nin bulunmadığı “cevheri” ne… Acaba şu
sözler Atatürk’e değilde, “özköşk” yazarlarından birisine mi ait:
“Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir.
Biz cumhuriyeti kurduk, on yaşını doldururken demokrasinin bütün
gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. Türkiye
Cumhuriyeti’nde partilerin doğacağına şüphe yoktur. Demokrasi maddi
refah meselesi değildir.”
Atatürk Diktatör müydü? : CHP Genel
Sekreteri Recep Peker, İtalya gezisinin hemen sonrasında, Atatürk’ün
partisini faşist modele göre yeniden yapılandırmak için bir tasarı
hazırladı. Herkesin beğenisini kazanan bu tasarı onay için önüne
geldiğinde, Mustafa Kemal’in gösterdiği tepki ünlüdür:
“-İsmet Paşa bu saçmaları herhalde okumadan imzalamış olacak!”
Atatürk’ün
yönetiminin, kendinden önceki Osmanlı yönetimine göre çok daha
demokratik ve çok daha halkçı olduğu ortadadır. Atatürk sıradan bir
“liberal demokrasi” anlayışına da sahip değildi. “Katılımcı-sivil
toplumcu” bir demokrasiye inandığının somut kanıtlarını vermişti.
Atatürk’ün
Kültür Siyaseti: Eğer her siyasal iktidar değişikliğinde devletin
yazılı ve sözlü yayımlarının dili, devlet tiyatrolarının oyunları,
devlet kitaplıklarının raflarındaki kitaplar, bile değişiyorsa, o ülkede
gerçek anlamıyla ulusal bir kültür siyaseti izlendiği söylenemez. Oysa,
kültür bir duyuş ,düşünüş ve davranış birliğidir. Ulusal olması zorunlu
siyasetlerin başında kültür siyasetinin gelmesi gerekir.
Atatürk
“çağdaş insanı” yaratacak koşullara öncelik verdi. Tarihteki ilk kültür
devrimini gerçekleştiren önder oldu. Dilde, tarihte, alfabede, sanatta,
hatta dinde yaptığı reformlar, O’nun bu anlayış içinde gerçekleştirdiği
kültür devriminin parçalarıdır. Atatürk bağımsız ve çağdaş bir ulusal
toplum yaratmak istiyordu. Bir yandan ülkenin kendi öz kaynaklarına
dayanmasına, öte yandan da hedef aldığı toplumun gerektirdiği insanı
hazırlamaya öncelik verdi.
Atatürk’ün izi, O’nun öldüğü noktada
biter, ama yolu bitmez, sonsuza dek uzanır. Bu nedenle de, Atatürk’ün
neyi yaptığından çok, hangi amaçla yaptığı incelenmelidir. Ulusal olması
gereken kültür siyasetini, toplumun ancak belirli kesimlerini temsil
eden siyasal iktidarların insafına terkedecek bir kültür kurumlaşmasının
Atatürk’ün yoluna ters düşeceğini sanıyoruz.
Kemalizm Nedir? :
Kemalizm, tıpkı liberalizm ve sosyalizm gibi, bir devrim ideolojisi
olarak doğmuştur. Ama, onlardan farklı olarak, geri kalmış bir ülkedeki
devrim koşullarının gereksinimlerini yansıtmaktadır.
Mustafa
Kemal, tıpkı Lenin gibi , Birinci Dünya Savaşı’nın ülkesindeki eski
düzenin temsilcilerini maddi ve manevi açıdan yıpratmasından
yararlanarak, evrimin henüz zorunlu kılmadığı yeni bir toplumsal-siyasal
düzeni yaratacak süreçleri harekete geçirmiştir. Mustafa Kemal ,
ülkesini düşman işgalinden kurtarmanın kendisine kazandırdığı olağanüstü
etkiyi kullanarak devrimi gerçekleştirmiştir.
Kemalizmin önünde iki
aşamalı bir amaç vardı: Bağımsızlık ve Çağdaşlaşma. Bu ereklere ulaşmak
için, ideolojinin çerçevesini oluşturan ulusçuluk, cumhuriyetçilik ve
laiklik ilkeleri Fransız devrimi ve dolayısıyla liberalizmden;
devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkeleri de sosyalizmden
esinlendi.
2. DEMOKRATİK SOL-SOSYAL DEMOKRASİ ÜZERİNE
İkinci
bölümde yazar Demokratik Sol ve Sosyal Demokrasi üzerine yazdığı köşe
yazılarına ve yaptığı söyleşilere yer vermiştir. Köşe yazılarında
değindiği konuları özetleyecek olursak :
Sosyalizmin amacı toplumsal ayrıcalıkların bulunmadığı bir düzen kurmaktır.
Bir
partinin oy alabilmesi için çıkarlarını ve dünya görüşünü temsil etmek
istediği bir kitlenin varlığı yetmez. Hatta tutarlı bir programa sahip
olması da yetmez. Getirdiği çözümlerin inandırıcılığı kadar, yapısal
inandırıcılığı da önemlidir. Ecevit programı ve kişiliğiyle inandırıcı
ancak DSP yapısıyla inandırıcı değil. SHP’de de aynı şey söz konusudur.
SHP’deki
liderlik sorunu üzerine değiniyor ve parti içi seçimlerde orantılı
temsil sistemini öneriyor. Ancak çok kişinin bu fikre şiddetle karşı
çıktığını vurguluyor.
Sosyal Demokrat ve Demokratik Sol
sistemlerini tanımlayarak nasıl Sosyal Demokrat olunabileceğine
değiniyor. SHP, DSP ve CHP’nin herhangi bir şekilde birleşmeleri
durumundaki analizi yapıyor ve İnönü, Ecevit ve Baykal’ın bu konudaki
tutumlarına yer veriyor.
1990’ların demokratik sol yada sosyal
demokrat partilerinin programı nasıl olmalıdır tartışmalarında unutulan
bir şey vardı. Program değil partinin yapısı önemlidir. Bundan dolayı
CHP’nin programından önce yapısının tartışılması gerektiğini
vurgulamaktadır. Kim ne derse desin önder çok önemlidir ve bu önderin
çevresindeki ,kadro da çok önemlidir. Ve yine orantılı temsil sistemini
savunuyor.
Yanlış ve çıkmazda olan SHP ve DSP’nin CHP’yi de
kendilerine katmaya çalıştıklarını ve CHP’yi daha doğmadan öldürmeyi
düşündüklerini söylüyor. Ancak CHP için de en doğru kararın umudu
yitirmektense ertelemenin daha iyi olacağını vurguluyor.
Baykal’ın
nasıl kazandığını ve CHP’nin nasıl büyüyeceği konusundaki fikirlerini
belirtiyor. Baykal’ın kurultaydan zaferle çıkmasının en büyük nedeni,
kitlelere heyecan verebilecek, duyguları güçlü bir biçimde dile
getirebilecek, mesajları etkili olarak iletebilecek bir seslenme gücüne
sahip olmasıdır. Ancak Baykal’ın bir karar vermesi gerekmektedir, “Ortak
akıl”’in sözcüsü mü olacak, yoksa kısır bir takım tutkuların mı?
Yazar
bölümün bundan sonraki kısmında Demokratik Sol ve Sosyal Demokrasinin
tarihsel bir sentezini ve yaptığı söyleşilere yer veriyor. Demokratik
Sol yada Sosyal Demokrasi marksizmden sonra tarihsel bir sentez olarak
oluşmuştur. Bu süreçte rol alan kişilere yer vermiştir: Bu kişiler,
Ferdinand
Lassalle; çağdaş sosyal demokrat ideolojinin oluşumunda adı geçen ilk
isimdir. Edward Bernstein; marksizmi hareket noktası alarak sosyal
demokratik düşünceye katkıda bulunmuştur. Karl Kautsky ; Bernstein’in
eleştiriler yönelttiği ve özde marksizme daha sadık gibi göründüğü
halde, sosyal demokrat düşünce çizgisinde önemli yeri olan bir
düşünürdür. Jean Jaures ; Fransız olan Jean, bir düşünür olduğu kadarda
aynı zamanda bir eylem adamıdır. İki kez milletvekili seçilmiş,
sosyalist partiye önderlik etmiş, emperyalizmin baskısı altında
haksızlığa uğradığına inandığı Osmanlı Devleti’ne Türklere yakınlık
göstermiştir. Leon Blum; Fransanın ilk sosyalist başbakanıdır. Faşizm
tehlikesine karşı komünistlerle işbirliğine yanaşmakla birlikte, sağcı
burjuvaziye olduğu kadar komünizme de karşıydı. Sidney James Webb;
İngiliz sosyalizminin kökenindeki en önemli isim. Demokratik sol
ideolojiye katkılarının yanısıra, milletvekili ve bakan olarak
uygulamaya da katıldı.
Kemalizm ve Sosyal Demokrasi; Türkiye’ye
demokrat ideolojinin, kemalizm ile birlikte girmeye başladığını söylemek
yanlış olmaz. Genel ve eşit oy hakkı, sekiz saatlik işgünü, çeşitli
sosyal sigortalar, gelir düzeyine göre değişen vergi sistemi, parasız
eğitim, hep sosyal demokrat dünya görüşünün yansımaları olarak
gerçekleşmiştir.
Yazar daha sonra Sosyal Demokrasinin nasıl
oluştuğundan bahsetmiştir. Sosyal demokrasinin oluşumunda önemli olan
iki deneyime değinmiştir. İskandinav ve İngiliz ile Fansız deneyimleri.
Her iki modelde, de güçlü bir kominist haraketin rekabetinden uzakta ve
işçi sendikalarının büyük desteği ile geliştiler. İskandinav sosyal
demokrasileri içinde en ünlüsü İsveç’inkidir. İsveç’te sosyal
demokratlar,1932 yılından bu yana, küçük iki ara dışında sürekli olarak
iktidardadırlardır. İngiltere’de sosyal demokrasi modelinin temeli ise,
1945-50 ve 1964-70 yılları arasındaki İşçi Partisi iktidarı sırasında
atıldı. Daha sonra Türk deneyimi ile ilgili bilgiler vermiştir.
Yazar
1974’lerden bugüne nelerin değiştiğini nelerin değişmediğini anımsatmak
için, 27-29 Ekim 1974 tarihinde yapılan “2. Demokratik Sol Düşünce
Forumu”nda yapılan konuşmaya yer vermiştir.
İkinci bölümün bundan
sonraki kısmında, yazar yapmış olduğu söyleşilere yer vermiştir. Erol
Çevik ile KIT’ler, Devletçilik, Sosyal Demokrasinin ekonomik modeli
üzerine, Prof. Bilsay Kuruç ile KIT’lerin tasviyesi, Devletçilik
üzerine, İsmail Cem ile CHP’nin yeniden açılması ve başarılı olabilmesi
için gerekenler, CHP’nin birleşmesi konusunda, liderlik sorunu hakkında,
Ertuğrul Güney ile CHP’nin Liderlik sorunu, ideolojisi,üye ve örgüt
yapısı konusunda, Teoman Köprülüler ile 1980’deki CHP ve son CHP
hükümeti üzerine Cumhuriyetçilik üzerine, orantılı temsil sistemi
üzerine, Prof. Ergun Türkcan ile 2. Cumhuriyet tartşması, sivil toplum,
Anadolu Federasyonu, KIT’ler ve CHP’nin birleşmesi üzerine söyleşi
yapmıştır.
GÜNEYDOĞU SORUNU ÜZERİNE
Yazar üçüncü bölümde Güneydoğu sorunu üzerine yazdığı yazılara ve bu konu üzerinde yaptığı söyleşilere yer vermiştir.
Oradaki
sorunun bir Kürt sorunu mu yoksa Güneydoğu sorunu mu olup olmadığını
incelemiştir. Yazar aslında bir Kürt sorunu olmadığını fakat bir
Güneydoğu sorunu olduğunu vurgulamaktadır. Devlet silahlı mücadele
verenleri ezmeye çalışırken, demokrasi mücadelesi verenlere destek
olmalıdır. Güneydoğu sorununun, etnik nitelikli bir parti yerine bir
kitle partisi içinde savunulmasının çok daha doğru olduğunu
unutmamalıyız.
Niçin Ankara’daki, İzmir’deki, İstanbul’daki
bölgesindekinden daha kalabalık olan- Kürt kökenli yurttaş isyan etmiyor
da, Şırnak’taki ediyor? Olaya bir Kürt sorunu olarak bakmak, ilericilik
değil, ırkçılıktır, gericiliktir. Çünkü olay bir geri kalmışlık ve
insan hakları sorunudur…
Yazar HEP’in TBMM’de grup kurması
gerekliğini vurgulamıştır. Yazara göre, bundan topluma zarar gelmez, ama
bazı yararlar doğar. Demokrasilerde özgür tartışmanın iki yararı
vardır: Birincisi, daha sağlıklı ve dengeli bir karar alınmasına
yardımcı olmak. İkincisi, kitlelerin kendi duygu ve düşüncelerinin
yüksek sesle dile getirilmesi sayesinde rahatlamalarını sağlamak.
Tıpkı
Kürtçe gazete gibi, Kürtçe TV yayını da yapılabilmelidir. Ama bu yayını
devlet yapmamalıdır. Zira bunu yaparsa devlet Türkiye’de yaşayan 11
dili anadili sayan topluluklara da bu hizmeti vermek zorundadır.
Yazar
Urfa insanı ile Şırnak insanı arasındaki farka değinmiştir. Şırnakta
PKK ve HEP’e verilen belirli bir toplumsal destek elbetteki rastlantı
değildir. Ancak Urfa’da durum farklı. Bu yörede yapılan kamuoyu
yoklamasında HEP’e oy vereceğini söyleyen seçmenlerin sayısı % 1’dir.
İki yöre arasındaki fark kuşkusuz ki etnik farklılıktan kaynaklanmıyor.
Urfa insanı GAP’ı yaşıyor. Yarına umutla bakıyor.
Türk kimliği ile
Kürt kimliğini birbirinden ayırmak isteyen “Kürt Milliyetçileri”’nin
elinde kala kala tek bir ölçüt kaldı. Dil farkı… Ancak yazar bununda
aslında pek mümkün olmadığını vurgulamıştır. Kürtlerin arasında
konuşulan Kürtçenin bile çok çeşitlilik gösterdiğini ve hatta bir
çoğunun birbirlerini bile anlayamadıklarını söylüyor.
Yazar
bundan sonraki kısımda, Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti
tarafından 18 Mayıs 1992 tarihinde İstanbul’da düzenlenen açıkoturumda
yaptığı “Güney Doğu Sorunu Nedir?” ve “Kültürel ve Siyasal Çözümler
Neler Olabilir?” adlı konuşmasına yer vermiştir.
Bölümün sonunda yine bu konu üzerine yaptığı söyleşilere yer vermiştir. Bu söyleşiler;
Bülen
Ecevit ile Güneydoğu ile ilgili askeri çözüm üzerine, Kürt varlığı ile
ilgili görüşleri, GAP ve PKK nın giderek daha etkili olması üzerine,
Prof. Doğru Ergil ile Terörün amacı, Dev-Sol ve TİKKO, Teröre destek
veren dış kaynaklar ve PKK’ya karşı köy korucuları üzerine, Fehmi
Işıklar ile olağanüstü halin kalkması üzerine, köy korucuları, HEP ile
ilgili düşünceleri üzerine, Algan Hacaloğlu ile güneydoğudaki terör
üzerine, yeni hükümetle birlikte devletin yöre halkına karşı tutumu ,
olağanüstü hal konusunda SHP’nin ikiye bölünmesi, GAP projesi ve bir
halk ayaklanması beklentisi üzerine, İsmet Sezgin ile körfez savaşının
terörün fırlamasındaki yaptığı katkı üzerine, asker ve sivil yöneticiler
arasındaki yetki karmaşası, gençlerin terörün kucağına düşmesini
kolaylaştıran işsizlik sorunu, Hizbullah ve devlet arasındaki ilişki ve
Apo üzerine, Hasan Fehmi Güneş ile Nevruz nedeniyle güneydoğuda yaşanan
olaylar,askeri ve sivil yönetimin hataları, Kontrgerilla yada Hizbullah
aracılığı ile devlet terörü yapıldığı iddiaları üzerine, Feridun Yazar
ile HEP partisinin mecliste grup kurması, APO nun HEP konusundaki
düşünceleri, Güneydoğu sorunu için somut çözüm önerileri üzerine, Ercan
Karakaş ile Nevruz olayları,güneydoğu sorununun uzun vadeli çözümü için
yeni bir yönetim modeli, kürt partisinin kurulması konusunda söyleşi
yapmıştır.
KÜLTÜR, SİYASET VE ORDU ÜZERİNE
Son bölümde yazarın
güncel olaylardan yola çıkarak yazdığı yazılar bulunuyor. Güncel
olaylardan yola çıkan , ama kalıcı nitelikteki bazı yazılar…
Yazarın kültür, siyaset ve ordu üzerine yazdığı yazılardan bazıları:
CHP'nin
kapatılması bile TDK ve TTK'nın devletleştirilmesi kadar Atatürk'e
saygısızlık oluşturmadı. Çünkü bu iki derneğin devletleştirilmesi, her
yurttaşa tanınmış olan miras hakkının esirgenmesi ile Atatürk'ün miras
hakkının çiğnenmesiyle gerçekleştirildi. Hukuk çiğnendi.
Öyle
dönemler oldu ki, Türkiye'de değişen her iktidarla birlikte devletin
dili, kitapları değişti. Devlet tiyatrlarındaki oyunlar değişti. Ama bu
yazboz tahtası içinde Türk Dil ve Tarih Kurumları doğrultularını ve
etkinliklerini korudular. Çünkü siyasal iktidarlardan
bağımsızlardı.Çünkü demokratik bir yapıya sahiptiler.
Yazar iki
yazısında aşağılık duygusu başlığı altında Türkçede kullanılan yabancı
kelimelere yer vermiştir. Bir çok siyaset adamının, televizyon
sunucularının konuşurken bazı Türkçe kelimeler yerine yabancı
karşılıklarını kullandıklarını ve bunun aslında bir aşağılık duygusundan
kaynaklandığını vurgulamakyadır.
YÖK başkanı Doğramacı’nın
yaptığı haksız uygulamalardan bahsetmiştir. Ondan sonra gelen Sağlam'ın
da aslında aynı politikayı devam ettirdiğini söylemiştir.
12
Eylül devrimi ile ilgili bir yazıya yer vermiştir ve aslında bunu
gerçekleştiren generallerin bazı gerçekleri göremediklerini ve yanlış
yaptıklarını yazmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder