KİTABIN ADI BEYAZ KALE
KİTABIN YAZARI ORHAN PAMUK
YAYIN EVİ VE ADRESİ İLETİŞİM
BASIM YILI 1999
1.KİTABIN KONUSU:
17.yy`da Türkler tarafından esir edilen astronomi,matematik ve tıptan anlayan bir Venedikli bilim adamının başıdan geçeler.
2.KİTABIN ÖZETİ:
Venedik’ten
Napoli’ye doğru seyretmektedirler. Türk gemileri yollarını keser.
Üstelik onlar topu topu üç gemiyken, Türk gemilerinin ardı arkası
kesilmemektedir. Bu Venedik gemisindeki kürekçi esirlerde Türk
olduklarından kaptan onları kırbaçlayamaz. Kaptanın bu korkusunun,
Yazarın hayatını değiştireceğinden haberi yoktur.
Türk gemileri
geldiklerinde diğer iki Venedik gemisi gemilerin arasından sıyrılıp
kaçar. Yazarın olduğu gemi ise kaçamaz ve Türk gemilerinin arasında
kalır. O öğrenmeye düşkün biridir. Kamarasına iner ve Floransa’dan
aldığı kitaplara göz gezdirmeye başlar. Türkler artık gemidedir
yukarıdan seslerini duymaktadır. Yukarıya çıktığında esir düşen
adamların ne yapılacağına karar verilir. Bu adamlardan çoğu kürekçi
olur. Yazarın aklına ise astronomiden anladığı ve doktor olduğunu
söylemek gelir. Böylece daha iyi yerlere gidebilir. Türklere bunu
söylediğinde pek yüz bulamaz. Daha sonra İstanbul’daki sarayın
zindanında bulur kendini. Burada doktorluk yapmaya çalışır.
İyileştirdiği hasta sayısı çoktur ve bundan para da kazanmaktadır. Hal
böyle olunca birgün Paşa tarafından çağırılır. Paşa’ya ya astronomi,
matematik, tıp ve mühendislikten anladığını söyler. Paşa’nın özel bir
durumu vardır. Paşa’nın hastalığı bildiğimiz nefes darlığıdır. Paşa bazı
karışımlar hazırlar fakat bunu önce kendi paşanın önünde içer, sonra
paşa zehirli olmadığı kanatına vardığında kendi içer. Adamı geri
zindanına gönderirler. Adam zindanda doktorluktan kazandığı parayla
türkçe dersi aldığı ve türkçeyi hemen öğrendiği görülnce Paşa şaşırır.
Günler,
aylar geçtikten sonra Paşa’nın iyileştiğini duyunca sevinir. Fakat Paşa
tarafından çağırılmamaktan yakınır. Birgün Paşa kendisini çağırır odaya
girdiğinde gözlerine inanamaz kendisine tıpatıp benzeyen sakallı bir
adam vardır. Paşa buna Hoca diye hitap etmektedir. Paşa mevzuyu açar ve
bir düğün tertipleyeceğini ve bu düğünde Hoca’yla birlikte düğün için
fişek yapacaklarını söyler. Hoca’yla hergün çalışırlar plarnlar yapar ve
denerler. Birgün Paşa kendilerini izlemeye gelir. İkiside çok
heyecanlıdır. Gösteriye iyi başlarlar ve iyi bitirirler. Paşa bundan
menun kalır ve düğünde iyi bir başarıyla sonlanır. Hoca’yla yazar
arasında ilginç rekabet vardır. Hoca üniversite okumamıştır fakat bu
işlerle ilgilenir, öğrenmeye çalışır. Paşa birgün yeniden yazarı çağırır
ve ona dinini değiştirirse azat edileceğini söyler. Dinini gelip
gitmelere zorlamalara karşın değiştirmez. En sonun da iki tane iri yarı
adam onu sarayın bahçesine götürür. Kafasını bir kütüğe koyarlar ve ona
dini değiştirip değiştirmeyeceğini, değiştirmesse öldüreleceğini
söylerler. Adam karar vereceği sırada ağaçların arasından kendinin koşup
geçtiğini görür, şaşırır...Adam ne olursa olsun dinini
değiştirmemektedir. Onu idam edemezler ve paşanın yanına götürürler.
Paşa’nın yanında Hoca da vardır. Paşa artık Hoca’nın yanında olacağını
azat etme hakkını Hoca’ya verdiğini söyler. Artık Hoca’nın kölesidir.
Hoca’nın evnine giderler. Hoca’nın evi küçük ve havasızdır buraya
geldiğinde yazar kendini hiç iyi hissetmez. Fakat sonraları yavaş yavaş
alışmaya başlar. Hoca’nın amacı kölesinin bilgilerinden yararlanmaktır.
Hoca sürekli kendinin bir abi ve kölenin de bir kardeş gibi
öğretilenlerini dinlemesini ister. Çok şey bilen Hoca olmalıdır
hep...Aralarında böyle garip bir rekabet süresince çalışırlar. Ağırlıklı
olarak batı bilimi ve astronomi konuşulur. Hoca Ay’la Dünya arasında
bir gezegen olduğunda ısrarcıdır. Günleri sürekli evde kölenin
yaptırdığı masanın üzerinde çalışmayla geçer. Aralarında bazen kölenin
özgürlük hırsı yüzünden, bazende Hoca’nın laflarının doğruluğu yüzünden
tartışmalar ve sürtüşmeler olur.
Astronomi alanında
çalıştıklarında ve de bunları Paşa’ya anlattıklarında Paşa bunu hoş
karşılar. Paşa birgün Hoca’yı Padişah’ın huzuruna çıkarmaya karar verir.
Padişah daha çocuktur yaptıkları astronomi araştırmalarını bir çocuğun
anlayacağı şekilde düzenler ve ezberler. Gidecekleri gün geldiğinde
yaptıkları astronomik aletleri de sarayı beraberlerinde götürürler çocuk
bunları gördüğünde sanki bir oyuncağı gibi merakla dokunmaya başlar.
Çocuk Hoca’nın anlattıklarını dinledikten sonra çok sevdiği
hayvanlarıyla özellikle aslanıyla ilgili soru sormaya başlar. Hoca’da
sırf çocuğu etkilemek için cevaplar verir, aslında Hoca’nın hayvanlardan
anladığı yoktur. Hoca’nın kafasında çocuğu etkileyip bundan ilim
hakkında çalışma yapmak için gelir sağlamak vardır. Yazarla birlikte
kafalarından değişik değişik hayvanlar türetip bunları Padişah’a
anlatırlar. Çocuk bunlardan çok etkilenir.
Çocuk artık büyümüş ve
blue çağına girmiştir. Hoca çoğu zaman kendi kendine odada çalışır. Ne
olursa olsun hoca padişah’ı etkilemeyi başarmış ve kendi istediği yerden
dirlik almıştır.
Hoca yavaş yavaş bu öğretme duygusundan
soyutlaşır. Karşısına alıp bir konu anlattığı insanlar çok saf ve
bilgisiz eski kafalı idir. Hoca kendi kendine birgün “Niye benim ben”
diye sorar, işte burada yazara fırsat doğar ve Hoca’nın direncini
kıracak sözler söyler. Hoca sinirlenip birşeyler yazmasını ister, o ise
geçmişiyle ilgili şeyler yazmaya başlar. Günlerce birşeyler yazar Hoca
okur okur ve bir sonuç alamaz. Geçen günlerde kendi günahlarını yazamaya
başlarlar. Yazar, yazar fakat Hoca yazdığında Hoca hemen sinirlenip
kağıdı yırtar. Günler böyle geçip gider bir süre...
Hoca birgün
sübyan okulundan geldiğinde veba çıktığını söyler.Yazar inanamaz buna.
Ertesi gün çıkıp araştırır günlerce araştırır...Şehirde veba vardır bu
doğrudur. Hoca yazarın çok korktuğunu görünce sevinir. Hoca ölümün
Allah’ın takdiri olduğunu söyler ve yazılmışsa olacağı varsa olur der.
Yazar çok korkmaktadır. Hoca birgün sübyan okulundan geldiğinde yazara
göbeğinde çıkan bir çıbanı gösterir. Yazar çok korkar Hoca’da
tedirgindir bu çıbandan aslında fakat pek belli etmemeye çalışır. Yazara
sorar bu veba mı diye yazar cevap veremez. Hoca çok korktuğunu görünce
keyiflenir ve “Hadi dokunsana der” fakat dokunamaz çok korkar. Diğer
günler kabus gibi geçer artık kaçmalıdır bu evden kurtulmalıdır. Birgün
bu isteğini gerçekleştirir. Hemen deniz kıyısına gider birikmiş
parasıyla bir sandal tutar ve Heybeliada’ya kaçar. Burada bir balıkçının
yanında çalışır karnını doyurur ve yaşamaya başlar. Birgün bağda
uzanmış yatarken birden Hoca’yı görür karşısında şok olur ama Hoca
kızgın değildir. Yaptığının, hasta bir adamı yatağında bırakıp kaçmanın
büyük suç olduğunu kendisinde veba değil ufak bir hastalık olduğunu
söyler. Bunları konuşacak vakitleri yoktur Padişah onlardan şehirdeki
vebayı durdurmalarını ister. Hemen çalışmaya başlamaları gerekemektedir.
Hızla çalışmaya başlarlar gidip camilerdeki tabut sayılarını sayarlar
istatislikleri çıkarırlar, bunun gibi birçok şey yaparlar. Birgün
Padişah’a gidip insanları evlere sokmalarını gerektiğini çarşıyı bir
süreliğine kapatmaları gerektiğini yoksa baş edemeyeceklerini söyler.
Padişah buna olumlu bakar fakat yanındaki vezir ve yardımcıları bunu
istemezler ama Padişah’ın dediği olur. Yeniçeriler herkesi evine sokar
ilkleri daha sonra çok az kişiye izin kağıtları verip ticaretin az da
olsa işlemesini sağlar. Gün geçtikçe ölü sayısı azalır veba hemen hemen
bitmeye başlar. Hoca ve yazar artık Padişah’ın güvenini kazanmıştır.
Hoca ödülünü alır ve Müneccimbaşılığa getirilmekle kalmaz Padişah’la
yıllardır uğraştıkları yakın ilişkiyi kurar. Hoca artık her sabah saraya
girip Padişah’ın rüyalarını yorumlar gelecek hakkında konuşurlar. Yazar
ise sürekli evdedir. Padişah çok sık av seferleri yapar Hoca bu
seferleri aptalca bulur. Seneler böyle geçer...
Birgün Padişah
Hoca’dan hep söz ettiği şu düşmanları dize getirecek silahı yapmasını
ister. Bu sırada Hoca saraya çok az gelip gitmeye başlar. Onun yerine
saraya artık Yazar gider.Padişah’la zaman zaman sohbet edip Hoca’yla çok
benzerliklerinin olduğu aslında Hoca’nın kendisi olduğu gibi garip ve
kafa karıştırıcı laflar söyler. Dört sene böyle geçer, sarayda
eğlencelere katıla katıla iyice şişmanlar. Hoca ise silahını yapmış
Padişah’ın seferden dönmesini bekler. Hoca’nın silahı çok büyük canavar
gibi birşeydir. Çalışması için beş, altı adam gerekir ama silahın içi
cehennem sıcağı olduğundan bunlar özel kişiler olmalıdır. Hoca günlerini
silah denemeleriyle geçirir kış gelmiştir Hoca bu adamlarla
bağlantılarını koparmamıştır. Yaz geldiğinde Padişah seferden dönmüş ve
yeni bir sefere hazırlanır silah için adamlar çağrılır çünkü Hoca
silahında savaşta yer almasını bekler. Beklediği gibide olur silahı
savaşa çağırılır ve sefer çıkılır.Seferde günlerde ilerlenir çoğu kişi
bu büyük makinenin ordunun hızını kestiği düşüncesinde kapılır.Hoca
hristiyan köylerinden birine geldiğinde yaşlı bir adamı tercüman
eşliğinde günahlarını söylemeye zorlar. Yaşlı adam utanır baskıdan sonra
söyler.Söyler ama Hoca bunun yalan olduğu kanısındadır. Hocayı tatmin
etmez ileriki günler normal insanları kimi bulursa sorguya çeker.
Bazılarına doğru söylemesi konusunda işkence yapar, daha sonra
geceleride vicdan azabı duyar. Bu böyle günlerce sürüp gider ve artık
seferin amacı olan Kale’yi alacakları yere doğru yaklaşırlar. Hava
sürekli yağmurludur ve bu koca canavar çamura batar. Artık herkes bunun
ordunun direncini kırdığı düşüncesindedir. Askerlerin bile inancını
kırar bu makine. Sultan zaten öfkelidir çünkü Doppio Kalesi hala
alınamamıştır. Sabah olduğunda Beyaz Kale görünmüştür esrarengiz bir
güzelliği vardır. Artık Beyaz Kale önlerindedir. Silahı deneme vakti
gelmiştir. Silaha adamlar yerleştirilir ve hedefe doğru yönelinir fakat
silah çamura saplanır daha ateş etmedende koca tekerleri altında
adamları ezilerek can verir. Yazar Padişah’a bakamaz bir ara bakar ve
Padişah’ın kafaların yanından geçip gittiğini görür...O akşam Hoca’yı
Padişah’ın çadırına çağırırılar uzun bir süre gelmez ve bu süreç
içerisinde yazar Hoca’yı çoktan öldürdüklerini ve biraz sonra
cellatların da kendisinin canını almak için geleceğini düşünür ama öyle
olmaz. Saba karşı Hoca gelir ve yazar eski hayatı hakkında birşeyler
anlatmaya başlar kırkardeşinin kekeme olduğu, elbiselerinin çok düğmeli
olduğu evinin bir masasının üzerindeki sedef kakmalı tepside şeftaliler
ve kirazlar durduğunu masanın arkasında hasırdan örülmüş bir sedir
olduğunu, üzerinde pencerenin yeşil çerçevesiyle aynı renkte kuştüyü
yastıklar olduğu arkasına bir serçenin konduğunu, kuyu, zeytin ve kiraz
ağaçlarını, onların arkasındaki ceviz ağacında yüksekçe bir dalına uzun
iplerle bağlanmış bir salıncak belli belirsiz rüzgarda hafif hafif
kıpırdandığı gibi... Sonrasında yazar bu hikayelere kaldıkları yerden
geç de olsa süreceğine inandığını ve Hoca’nında aynı şeyi düşündüğünü,
kendi hikayesine sevinçle inandığını bilir. Elbiselerini telaşla
kapılmadan ve konuşmadan değiştirirler. Yazar ona yüzüğünü ve yıllarca
ondan saklamayı becerdiği madalyonunu verir. İçinde annesinin resmi ve
nişanlısının kendi kendine beyazlaşan saçları vardır. Sonra çadırdan
çıkıp gider sessizce, ağır ağır kaybolur.
Aradan yıllar
geçmiştir.Yazar Müneccimbaşının boynu vurulmadan , hayvanlara düşkün
Padişah tahttan indirilmeden çok önce Gebze’ye kaçmıştır. Yazar bundan
şikayetçi değildir.Çok parası İtalya’daki gibi bir evi, karısı ve dört
çocuğu vardır artık yetmiş yaşındadır.
Padişah’la iki kere
görüşmesinde laf O’ndan açılır. Padişah aslında her şeyi biliyormuş.O
takvimleri, kitapları bütün o kehanetleri O’nun yazdığını bilir ve
bunuda ona silah bataklığa saplandığında söyler. Bu konuşmalardan
yazarın kafası çok karışır. Her şeye rağmen yazar O’nu özler
Yazar
bir gün evindeyken yaşlı bir adam gelir bu adamla sohbet ederler. Adam
da hayal ürünü şeyler yazdığını söyler. Bu hikayeleri birbirleriyle
paylaşırlar. Bu adam yazarda garip duygular uyandırır. Evinde yatıya
kalır bu adam gece boyunca birbirlerine yaşadıklarını anlatırlar ve bu
anıları paylaştıktan sonra yaşlı adam evden ayrılır.
Yaşlı
adamın girmesinden sonra yazar bize bir köşeye attığı ve hiç dokunmadığı
O’nunla geçirdiği anıları anlatan kitabını bitirmeye karar verdiği günü
anlatır. İki hafta öncesine kadar başka hikayeler türetmeye çalışan
yazar İstanbul tarafından gelen bir atlı görür ve bunun kendi evine
doğru geldiğini fark eder. Atla gelen adam önce İtalyanca konuşur fakat
sonra O’nun kadar olmasa bile O’nun yanlışlarıyla Türkçe konuşur.Adını
O’ndan öğrendiğini buraya kendisini O’nun gönderdiğini söyler. O’nun
İtalya’da kitaplar yazdığını zengin olduğunu öncesinden bir kadınla
evlenip geri eski nişanlısını bulup onunla evlendiğini, yeni kitabının
adının “Orada Tanıdığım Bir Türk” olduğunu söyler. Yazar kendisininde
O’nun la geçirdiği yılları anlatan bir kitap yazdığını söyler atla gelen
adam bunu okumak ister. Adam okumaya başlar.Yazar üç saat bahçede
oturup adamın kitabı bitirmesini bekler. Adam kitabın sonlarına
geldiğinde adamın yüzü allak bullak olur. Yazar adamın bir sayfaya
dikkat etmesini bekler kitabı bitirdiğinde sayfaları hızlıca karıştırır
sonunda o sayfayı bulur dışarı hızla göz gezdirir. Ne gördüğünü yazar
tabi ki çok iyi bilir:
Evin bir masasının üzerindeki sedef
kakmalı tepside şeftaliler ve kirazlar durduğunu masanın arkasında
hasırdan örülmüş bir sedir olduğunu, üzerinde pencerenin yeşil
çerçevesiyle aynı renkte kuştüyü yastıklar olduğu hemen yanında da
yazarın oturduğunu, arkasına bir serçenin konduğunu, kuyu, zeytin ve
kiraz ağaçlarını, onların arkasındaki ceviz ağacında yüksekçe bir dalına
uzun iplerle bağlanmış bir salıncak belli belirsiz rüzgarda hafif hafif
kıpırdandığını görür.
3.KİTABIN ANA FİKRİ:
İnsan sevdiği hele
de hayatını bağladığı birinden asla şüphelenmemeli, hatta ona git gide
daha da bağlanmalı; onu kaybetmemek için elinden geleni yapmalıdır.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Venedikli;ülkesinde
çok iyi eğitim almış,her bilim alanında bilgisi ve kitapları olan,fakat
kendini biraz beğenen bir kişidir.Hoca;iyi bir eğitim almış ve parlak
bir zekası olan,aynı zamanda hırslı ve okumayı seven bir
kişidir.Padişah;hayalperest,hayvanları ve avlanmayı çok seven ve
olayları çok iyi takip eden, insanların etkisinde kalan bir
kişidir.Paşa;sinsi ve hırslı,çevresindeki insanları kullanmayı seven bir
kişidir.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSÎ GÖRÜŞLER:
Çok sürükleyici bir
kitaptı. Özellikle kitabın edebi yönü beni derinden etkiledi. Olaylar
arasındaki felsefik bağ beni bazen saatlerce düşündürdü.
6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
7
Haziran 1952’de doğdu. New York’ta geçirdiği üç yıldan sonra hep
İstanbul’da yaşadı. Liseyi Robert Kolej’de bitirdi. İstanbul Teknik
Üniversitesinde üç yıl mimarlık okudu. 1976’da İstanbul Üniversitesi
Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirdi. 1974’ten başlayarak düzenli bir
şekilde yazı yazmayı kendine iş edindi. Kitapları belli başlı Batı
dillerinde çevrildi. Romanları onüç dile çevrilen Orhan PAMUK’un
kitapları Brezilya’dan Avustralya’ya, Norveç’ten İtalya’ya pek çok
ülkede yayımlanmaya devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder