15 Kasım 2016

Sorbon'da Türk Bayrağı Ve İnalcık'ın Tanınmazlığı

Ülkemizde siyasi hesaplaşmalar yüzünden gelecekte büyük tehlikeler doğuracak bir etnik ayrımcılık yapılmaktadır. Bu ülke hepimizi refaha taşıyacak kadar büyük ve zengindir. Hesabını insanın mutluluğu üzerine yapmayanlar, kendilerine ikbal kapıları açabilmek için affedilemeyecek acılan teşvik ederken, yıkmak istedikleri duvarın üzerlerine devrileceğinden acaba haberleri mi yoktur, yoksa birilerinin hesabına çalışmanın ihaneti içinde midirler?
Ben bunun tartışmasının okuyucunun vicdanına bırakırken, bir soylu duruşun kısaca hikâyesinden söz edeceğim:

Erzurum'dan bir Anadolu çocuğu olarak Nurettin Topçu İstanbul'a gelir, burada okur ve Paris'te açılan bir imtihana kendi imkânlarıyla girerek, kazanır ve Fransa'ya gider. Sorbon Üniversitesinde sosyoloji ve felsefe okur, Sorbon'u birincisi olarak bitirir. Üniversite yetkilileri kendisine çeşitli ödüller vermek isterler. O; 'Hayır, benim ödülüm ülkemin onurudur, bu mezuniyet gününde Sorbon Üniversitesinde Fransız Bayrağını indirin, Türk Bayrağını çekin ve o dalgalansın", der. Nurettin Topçu, Sevilen, başarılı bir öğrencidir. İsteğini kırmazlar, böylece Türk Bayrağı bu üniversitenin, gönderinde gün boyunca dalgalanır.



Doktorasını Fransa'da yapar. Doçentlik tezini hazırlar, ancak dönemin taş kafalıları, milletin itibarını yücelten, daha doğrusu Batı'da tek başına millet olma keyfiyetini kazanan bu insana, doçentlik hakkını vermedikleri gibi, sürgünle çeşitli liselerde öğretmenlikte tutarlar.

Bu olay, dünkü kafa ile bugünkü bazı kafaların aynı olduğunu göstermesi bakımından ilginç değil mi? Bu ülke, ayağındaki bu prangalarla boğuşarak büyüyecektir. Ümitsizliğe kapılmamalıyız, inanıyoruz ve iradeliyiz, bu savaşı bu millet kazanacaktır! Bu ortamda bundan niye söz ettim?

Geçtiğimiz günlerde 100 yaşında kaybettiğimiz büyük tarihçimiz, Halil İnalcık, bir sitemini dillendirir ve der ki, "Oscar Ödüllerini veren Amerikan Akademisi dâhil dört akademinin üyesiyim. Ama bizim medya 'Aylin Hanım kocasından ayrıldı' diyor. İnalcık hiçbir yerde yok. Bu memlekette tanınmıyorum. Ama Japonya'dan Amerika'ya tanınıyorum." (Milliyet Gazetesi, 16 Kasım 2009)

Bir ülkenin neslini magazin istilasının altında ruhen köleleştirmenin yolunu arayanlar çok iyi bir sistem bulmuşlardır. Adına ister 'çağdaşlık' deyiniz, ister 'modernlik' deyiniz, ister 'batılılaşma' deyiniz, hangi gerekçe ile ele alırsanız alınız, Türk kültür ve medeniyetinin yaşadığımız gelişmeyle ters orantılı olarak geriye doğru sürüklendiğinin acısını yaşamamak mümkün değildir. Bugün gazetelerimize bakın, bunun tipik örneklerini görürsünüz. Nurettin Topçuyu' sürgün rüzgârıyla ilden ile savuran taş kafalı iktidarların acımasızlığı ile Halil İnalcık gibi bir insanın farkında olmayan toplumu nereye sürüklenmektedir? Bu kaygıyı duymamak mümkün mü?

Bu iki keyfiyeti birleştirip Türk İdil türünün fotoğrafını çıkarabilirsiniz. Bu fotoğrafın karanlık köşelerine hapsedilmiş, edebiyatımızın geleceğini de buradan tayin edebilirsiniz?

Muhsin İlyas SUBAŞI
Mevsimler Dergisi'nden Alınmıştır.
www.mevsimler.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder