Kulağımıza sıradan bir ifade gibi geliyor belki ama sadece düşünce şeklimizi değiştirerek tüm hayatımızı değiştirebileceğimizi bilseydik belki de bu konuda daha önemle bakardık.
Şimdi biraz eskilere gidelim, hem de baya eskilere. Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu Hz. İsmail (a.s.) iki ayrı diyarda yaşamaktadır. Oğlu Hz. İsmail evlidir ve oğlunu görmek için atına biner ve yola koyulur. Uzun bir yolculuk sonunda oğlunun evine varır. Kapıyı oğlunun karısı açar ve İsmail’i sorar. Kadın, İsmail’in evde olmadığını söyler. Tabi gelini Hz. İbrahim’i tanımıyordur. Uzun yoldan gelen yaşlı bir yolcu olduğunun farkındadır ama hiçbir ikramda bulunmaz. Hz. İbrahim sorar kadına. Haliniz hatırınız nasıl, hayatınızdan memnun musunuz der. Kadın hiç de memnun olmayan bir ifadeyle ancak geçiniyoruz işte der. Hiç bir şeyimiz yok. Ancak boğazımıza yetiyor İsmail’in kazandığı, der ve şikâyetleri arka arkaya sıralar. Peki der Hz. İbrahim. Ben gideyim ama kocana bir notum var. Kocana selam söyle, kapısının eşiğini değiştirsin, der ve gider.
Hz. İsmail eve gelince babasının buralara kadar geldiğini o peygamberin kokusundan anlar. Eşine sorar, bir gelen oldu mu diye. Evet der yaşlı bir adam geldi seni sordu, ben de evde yok dedim. Peki başka bir şey dedi mi? Evet bir de sana selam söyledi, kapısının eşiğini değiştirsin dedi.
Hz. İsmail anlar ki, kapısının eşiği dediği eşidir. Bunun üzerine Hz. İsmail ondan ayrılıp başka bir hanımla evlenir. Aradan zaman geçer ve bir gün yine Hz. İbrahim, İsmail’i görmek üzere yola koyulur. Evine gelir ve kapıyı çalar. Kapıya bu kez yeni gelini çıkar. Kadın kapıca yaşlıca bir yolcu görünce buyur eder. Hz. İbrahim sorar, İsmail nerede diye. İsmail evde yok der. Hz. İbrahim kadına hal hatır sorar. Buna cevaben kadım Allah’a hamdeder. Halimiz vaktimiz yerinde çok şükür der. Allah bize rızık veriyor, et veriyor yemek için, barınacak ev, giyecek giysi veriyor. Çok şükür mutluyuz bir sıkıntımız yok der. Hatta misafirinin uzun yoldan geldiğini anlayınca ona ikram etmek ister. Gel buyur seni misafir edeyim. İsmail de neredeyse gelir. Hatta uzun yoldan geldin in saçına su dökeyim saçını yıkayayım der. O devirde çöl sıcaklarında uzun yoldan gelen bir yolcunun saçına su dökmek adettendir. Hz. İbrahim yok der, atımdan inmem, yolum uzun gideceğim. Kocana bir notum var. Kocana selam söyle, kapısının eşiğini sıkı tutsun der ve gider.
Bunun üzerine Hz. İsmail eve gelince yine anlar babasının geldiğini. Eşine sorar. Evet der eşi, yaşlı bir amca geldi, seni sordu. Ben de evde yok dedim. Misafir etmek istedim kabul etmedi. Kocana selam söyle, kapısının eşiğini sıkı tutsun dedi der. Kadın, kimdi o adam diye sorar. O benim babam İbrahim aleyhisselamdı. Kapısının eşiği dediği de sendin, sana sahip çıkmamı iyi muhafaza etmemi istiyor der.
İşte aynı konumdaki iki insanın düşünce farkı. Birisi hayatın küçük ayrıntılarında boğulup gitmektedir. Diğeri ise asıl gayenin farkındadır. Gelmiş ve gelecek insanların en yücesi Hz. Peygamberden sonra gelen en yüce insan olan Hz. İbrahim’dir. İkinci kadın böyle bir peygamberin gelini ve onun oğlu olan başka bir peygamberin gelini olma şerefine nail olmuş ve bunun farkında olarak yaşamını sürdürür. Allah’ın kendisine verdiği nimetlerin farkındadır. Biri isyan ederken diğeri şükreder.
Büyük düşünmek… Evet sadece düşünerek, düşünce şeklinizi belirleyerek hayatınıza yön vermek mümkün. Bir gün eşimle çok büyük bir tartışma yaşadık. Tartışmanın gerekçesi yine bir isyandı. Neden bizim şunumuz eksik, neden biz bunu alamıyoruz? Bu tartışmanın etkisi günlerce sürmüştü. Adeta bir kedere boğulmuş, evliliğimiz, evimiz zindan olmuştu sanki bize. Aslında olaylar değildi bizi bu hale getiren. Düşünce şeklimizdi. Zaten böyle bir olayda farklı düşünebilmeyi başarsaydım Hasan Harkani hazretlerinin makamına yükselmem icap ederdi belki de. Ama bir Hasan Harkani değildim, sıradan biriydim işte.
Bir gün Sahib-i Zaman, Zamanın mürşidi Hasan Harkani hazretlerinin takvası ve ilmi öyle yayılmıştı ki diyardan diyara duyulmuştu. Çok uzak memleketlerden bile müridleri onu ziyarete gelirlerdi. Günün birinde üç derviş yola koyuldu ve üstadlarını ziyarete gitmeye karar verdiler. Uzun bir yolculuğun sonunda Hasan Harkani hazretlerinin evine vardılar. Kapıyı çaldılar ve kapıya karısı çıktı. Evliyalar evliyası, üstadları Hasan Harkani hazretlerini sordular. Bunun üzerine kadın, tabir-i cazise çirkef bir ifadeyle başladı saymaya. Ne evliyası be, dedi. Eşkıya… Allah bilir şimdi nerelerde sürtüyordur. Siz de bunu bir şey zannedip peşine düşüyorsunuz diye başlayıp sayıp sövdükten sonra kapıyı dervişlerin yüzüne çarptı. Dervişler yaşadıkları şokun etkisiyle dönüp gittiler. Nasıl olurdu bu? Böyle bir zatın karısı, böyle olabilir mi?
Şaşkın şaşkın yolda ilerlerken başlarını bir kaldırdılar ki, gördükleri şeyle ikinci bir şoku yaşadılar. Karşılarında Hasan Harkani hazretleri, bir aslanın üzerine binmiş, yılanı da elinde kırbaç yapmış geliyor. Bu şaşkınlıkla donup kaldılar. O mübarek zat, kalp gözü açık. Durumu anladı ve hafif gülümsedi. Yaa evladım, dedi, işte o evdeki aslana sabredince Allah dağdaki aslanı emrimize verdi.”
Bugün eşimizin, arkadaşımızın, anne babamızın bir sözüyle bile hayatı alt üst olup keder denizinde boğulanlar var. Nerde Hasan Harkani hazretleri gibi olmak. Hayatımızdaki en ufak engelde düşüp kalıyoruz. Bunun bir sebebi var. Küçük düşünüyoruz. Küçük düşündüğümüz için de her engelde takılıp düşüyoruz. Kimisi okyanuslarda yaşarken, bizler bir bardak suda boğuluyoruz.
Hayatımızı değiştirmek için en başta düşüncelerimizi değiştirelim. Gelin kendimize bir iyilik yapalım ve artık büyük düşünelim.
Kalın sağlıcakla…
Bilge Adam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder