26 Ekim 2019

Yazmak ve Yazarlık Üstüne


Düşünen ve hisseden sosyal bir varlık olan insan, durum ve olaylar karşısındaki olumlu ve olumsuz tepkilerini, duygu ve düşüncelerini paylaşma ihtiyacı hisseder. Bu ihtiyacı gidermek için kullandığı ifade biçimlerinden biri ve en etkilisi yazıdır.

Yazmak, insanın duygu ve düşüncelerini disiplin altına alması, bir başka ifadeyle kâğıt üzerinde planlı ve sistemli bir şekilde düşünmesidir.

Yazma bir ihtiyaç, kişisel ve toplumsal bir sorumluluktur. Bir sıkıntıdan, bir sorundan kendimizi kurtarmak, duygu ve düşüncelerimizi başkalarıyla paylaşmak, başkalarına kabul ettirmek için yazarız.

Bir bakıma cesarettir yazmak. Yerleşik kurallara ters düşüp eski köye yeni adetler getirebilmeyi ve bunun sonucunda, yalnızlaşmayı göze alabilmeyi, günlük neşeden değil daha çok kaygılardan beslenmeyi gerektirebilir.

Kaba ne dolarsa kaptan o sızar diyor Mevlana. Gönül kabımızdan sızan duyguları ete kemiğe büründürüp görünür kılmak ve sonra da görücüye çıkarmak için yazarız. Yaşadığmızı fark etmek için, söyleyecek sözümüz olduğu için yazarız. Yalnızca bizim görebildiğimizi, fark ettiğimizi, algıladığımızı düşündüğümüz durumları başkalarına da gösterebilmek; içinde yaşadığımız sosyal hayatı istediğimiz gibi tanzim edebilmek, kötülükleri tel'in etmek güzellikleri iktidar kılmak için yazarız.

Sait Faik Abasıyanık şahit olduğu bir haksızlık karşısında yazma isteğinin dayanılmaz sancısını şu ifadelerle dile getiriyor: "Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sâkin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım, oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."

Sait Faik hem vicdani hem de sosyal bir sorumlulukla kalemine sarılırken bu yazma dürtüsünü Şaban Özüdoğru, güzel bir benzetmeyle şöyle somutlaştırmaktadır: "Kimi balıkları, denizlerde binlerce kilometre kat ederek üreme görevini yerine getirdikten sonra ölüme terk eden içgüdünün kaynağı ne ise, yazarı yazma sancısı ile kıvrandıran içgüdünün kaynağı da odur."

Yazma; roman, hikâye ve şiirde olduğu gibi geniş çapta yeteneği gerektiren bir tür olarak anlaşılmamalıdır. Herkesten iyi bir şair, bir romancı, bir hikâye yazarı olmasını bekleyemeyiz ama herkes düşündüğünü, duyduğunu, tasarladığını karşısındakine başarıyla anlatabilir. Bu beceriyi yazarlık eğitimiyle kazanmak mümkündür.

Roger Caillois'in, "Şiir Sanatı" adlı kitabında yer alan kısa bir öyküyü paylaşmak istiyorum: "New York'un Brooklyn Köprüsü'nde dilenen bir kör varmış. Köprüden gelip geçenlerden biri adamacağıza günlük kazancının ne kadar olduğunu sormuş. Dilenci iki dolara zar zor ulaştığını söylemiş. Yabancı bunun üzerine kör dilencinin göğsünde taşıdığı ve sakatlığını belirten tabelayı almış, tersini çevirip üzerine bir şeyler yazdıktan sonra tekrar dilencinin boynuna asmış ve şöyle demiş: 'Tabelaya gelirinizi artıracak bir yazı yazdım. Bir ay sonra uğradığımda sonucu söylersiniz bana.' Dediği gibi bir ay sonra gelmiş: 'Bayım size nasıl teşekkür etsem acaba?' demiş dilenci. 'Şimdi günde on - on beş dolar kadar topluyorum. Olağanüstü bir şey. Tabelaya ne yazdınız da bu kadar sadaka vermelerini sağladınız?' 'Çok basit,' diye yanıtlamış adam, 'Tabelanızda doğuştan kör yazıyordu, onun yerine 'Bahar geliyoı; ama ben göremeyeceğim!' diye yazdım."

İşte hayatı değiştiren küçük bir dokunuş. Çok güzel düşüncelerimiz, derin duygu ve hayallerimiz var ve bunu paylaşmak istiyoruz, farkına varılmak farkındalık oluşturmak istiyoruz. Ancak bunu "Ben körüm!" üslubuyla ne kadar gerçekleştirebiliriz. İşte yazma becerisinin farklılığını burada aramak gerekir. Bir isteği, dileği, düşünceyi, hayali ifade etmenin, etkili ifade etmenin, pek çok yolu olduğunu fark ettirmek ve bunu beceriye dönüştürerek "Bahar geliyor, ama ben göremeyeceğim." noktasına getirmek yazarlık eğitiminin amaçlarından biridir.

Yaratıcı yazarlık bir yetenek işidir. Bu yeteneğin yaratılışta olması gerekir. Fakat bu yeteneğin mevcut olduğunu nasıl anlayacağız? Diyelim ki yeteneğimiz var. Peki hangi alanda daha yetenekliyiz? Şiirde mi, hikâyede mi, senaryoda mı, köşe yazılarında mı, denemede mi? İşte yazarlık atölyesinin bireyin yazarlık yeteneğini fark etmesi ve geliştirmesi noktasında önemli bir işlevi vardır.

Yazarlık öğrenilebilir ve öğretilebilir bir sanattır. Nitekim yazılarını okuduğumuz yazarlar bunu bir şekilde öğrenmişlerdir. Yaratıcı yazarlık bir sanat eğitimidir ve bu eğitimde yazar adaylarına o alanın teknik ve kuramsal bilgileri aktarılır. Yazarlık atölyeleri, yazar adayına çalışabilecekleri atölye ortamını sunmakla sorumludur. Tıpkı resim sanatını, mimarlık sanatını, müzik sanatını öğreten akademiler gibi.

Yazarlığa giden yolların tekniklerinin öğrenilmesi, bakış açılarının değişmesi ve gelişmesi yazarlık eğitimiyle sağlanabilir. Nitekim yaratcı yazarlık eğitimi 1930'lardan beri Batıda yaygın olarak verilmektedir. Bugünlerde eser sahibi birçok Amerikalı yazaı; üniversitelerin Yaratıcı Yazarlık bölümlerinde eğitim almış, güçlü yazar ve editörlerle çalışarak başarı sağlamışlardır.

Sanat-edebiyat dergileri, şair ve yazarların yetişmesinde önemli bir rol oynar. Denilebilir ki Tanzimat dönemi ve sonrasında her yazarın, şairin sanat merdiveninin ilk basamağı dergiler olmuştur. Hangi yazarın, şairin biyografisini inceleseniz ilk sanat ürünlerinin bir dergide yayımlandığını görürsünüz. Kahramanmaraş'ın şairler ve yazarlar şehri olmasında dergilerin çok önemli bir payı vardır.

Ramazan AVCI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder